Yıldızkaya Köyu WEB Sitesi
Makale1
12 Mart 2008 Dadaşın Bayramı
Erzurum, Anadolu’nun kapılarını ardına kadar açarak Türk’ü Anadolu’ya buyur eden ve Anadolu coğrafyasının Türk yurdu olmasında önemli payı olan şehir…
Erzurum, dünya tarihinin en kahraman anlarını; Nenehatunları, Karafatmaları yetiştiren şehir…
Erzurum, tarih boyunca kahramanlıkları ile dillere destan olmuş dadaşlar diyarı…
Erzurum, dünya tarihinin en kahraman anlarını; Nenehatunları, Karafatmaları yetiştiren şehir…
Erzurum, tarih boyunca kahramanlıkları ile dillere destan olmuş dadaşlar diyarı…
…
12 Mart, Türk’ün hürriyetine pranga vurmak isteyenlerin Doğuda, Erzurum’da kahraman Türk evladı dadaştan Osmanlı tokadı yiyişinin yıl dönümü…
12 Mart, Türk’ün istiklali için bu yola baş kayan Mustafa Kemallere kucak açan, tarih boyunca kahramanlıkları ile dillere destan olmuş şehrin düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü…
…
Ne zaman, Türk’ün ve Anadolu’nun başı darda kalsa, Türk’ün ve Anadolu’nun imdadına ilk yetişen hep Erzurumlu yani dadaşlar olmuştur. İşte bundan dolayı tarih, Erzurumluya “yiğit, ağabey; mazlumu, küçüğü koruyan, kollayan” anlamında “dadaş” unvanı vermiştir. Erzurumlu da bu unvanı, tarih boyunca, bir şeref madalyası gibi göğsünde hep taşımıştır.
Gel gör ki, yakın dünlerde gözünü ümmetçilik hırsı bürüyen birileri çıktı “Türkiyeli” diye ne idüğü belli olmayan içi boş bir kavramla zihinleri bulandırmak istedi. Hâlbuki millî kimliğe sahip olmak, asla ve asla dini kimliğin varlığına ve devamına, dinî kimliğe sahip olmak da millî kimliğin varlığına ve devamına mani değildir. Aksine ikisinin bir arada olması, birinin diğerine güç kazandırması demektir. Ecdadımız Osmanlı da yaklaşık 25 milyon kilometre kare üzerindeki hükümranlığını ve 623 senelik ömrünü millî ve dinî kimliği bir arada, birini diğerine tercih etmeden taşımasına borçlu değil midir?
Birileri ise Türkiye’yi “mozaik”e benzetiyor. Ülkenin bölünmesinden yana olup bu niyetlerini açıkça ifade edemeyenlerin yaptığı bu benzetme ülkemize ihanettir. Çünkü mozaik, zor karşısında kendini meydana getiren parçalara ayrışabilir. Ya da diğer bir deyişle mozaiği meydana getiren maddeler, mozaiğin yapısı içerisinde asla özelliklerini kaybetmezler. Ülkeyi mozaiğe benzetenler aslında şunu demeye çalışıyorlar: Bu coğrafyada birçok etnik grup yaşamaktadır ve bu etnik gruplar dilerlerse bu birliktelikten ayrılabilirler.
Hâlbuki bu coğrafya mozaik değil, “ebru”dur. Nasıl ki ebruyu meydana getiren maddeler, ebrunun oluşumu esnasında özelliklerini yitirip meydana gelen oluşumda eriyip kaybolurlarsa, Anadolu da aynen harika bir ebrudur. Bu ülkede yaşayanlar farklı etnik gruplardan olsalar da zaman ve şartlar bir zamanlar mevcut olan farklılığı yok etmiştir. Yani bu etnik grupları zaman aynı potada eritip “bir” yapmış, “bütün” yapmıştır. Bu yapıyı parçalarına ayrıştırmak gayri kabildir. Ayrıştırmaya kalktığın zaman “bütün”ün yapısı bozulur. Hiç etle tırnak birbirinden ayrılır mı?
Yine bir zamanlar birileri, günü kurtarma adına, bazı çevrelere hoş görünmek için ve siyasi ikballeri uğruna yarınlarımıza ihanet etti. “Herkes ana dili ile yayın yapma hakkına sahiptir.” diyerek devlet radyolarından Kürtçe, Boşnakça vb. dillerde yayın yapılmasına müsaade etti. Hoş böyle bir yayın başladı da iltifat gördü mü? Hayır! Başta, aklı başında Kürtler ve Boşnaklar bu uygulamaya tepki gösterdiler. Böylece yaptıkları iyilik, ürküttükleri kurbağaya değmedi. Yalnız, ne var ki bir kapı aralandı. Zaten hainlerin maksadı da bu kapıyı aralamaktı.
Bu ihanetin arkasından da aralanan kapıdan birileri geçerek, “Dadaşlık, Yörüklük ve Muhacirlik etnik kimliktir.” deyip öncekilerin bölmeye çalıştığı Türk milletini, bunlar da lime lime etmek istedi.
Gelelim madalyonun öteki yüzüne… Bu düşüncede olanların, gönüllerinin zulmet perdesini aralayamamış, kafasının içi aydınlanamamış, himmete muhtaç-sözüm ona-aydınlarımızın(!) “dadaş” kelimesinin anlamından da bihaber oldukları aşikâr. Eğer bu düşüncede olan zatı muhteremler “dadaş” kelimesinin anlamını ve bu kelimenin bu anlamı nasıl kazandığını bilselerdi öyle zannediyorum ki böyle bir lüzumsuzluğa tevessül etmezlerdi. Anadolu’nun arif insanları bilir; ama biz bilmeyenlerin ya da bilmek istemeyenlerin sağır kulaklarına “dadaş” ın anlamlarını bir defa daha haykıralım.
1. Erzurumlu büyük kardeşe “ağabey” ya da “abi” yerine “dadaş” der.
2. Köylerde, mahallelerde, bu meskûn mahallerin sakinlerinin ırzını, namusunu koruyan; oranın ve onların güvenliğinden mesul, itimat ehli, dürüst, fedakâr, mazlumları koruyan ve kollayan delikanlılara ve delikanlı başlarına da Erzurumlu “dadaş” der.
3. Bu delikanlılar savaşa gidip büyük kahramanlık göstererek döndükleri zaman da “dadaş” payesi ile mükâfatlandırılırlar.
Özetleyecek olursak; “dadaş” ağabey, gözü pek delikanlı, yiğit, kahraman demektir. O zaman, nereli olursa olsun bu vasıfları taşıyan herkes “dadaş”tır. Ama bu vasıfları bihakkın hak eden Erzurumlu olduğu için, bu paye daha çok Erzurumluya layık görülmüştür.
Demek ki, “dadaş” bir etnik kimlik değil, Türk’ün göğsüne takılan kahramanlık ve dürüstlük beratıdır. Bizler Erzurumlu olarak “dadaş” madalyasını göğsünde taşıyan birer Türk olduğumuz için gururluyuz. Varsın birileri hasedinden çatlasın! Bizler dadaş madalyalı Türklüğümüzle iftihar ediyoruz.
Kaldı ki biz kimliksiz değiliz, biz Ortaasya’dan Anadolu’ya kimliğimizle gelmişiz. Alnımıza ve kimliğimize “Türk” yazıyor. Biz, dün hep bu kimlikle anıldık, halde hep bu kimlikle biliniyoruz, yarın da yine bu kimlikle tanınacağız. Varsın kimliksiz olanlar dilerlerse kendilerine “Türk” desinler, dilerlerse “Ermeni” desinler, dilerlerse de “Rum” desinler. Yalnız bizi iğrenç emellerine alet etmesinler, bizim adımıza bizim için hüküm vermeye kalkmasınlar.
Unutmasınlar ki, Türk’ün millî ve manevî değerleriyle oynamak ateşle oynamaya da benzemez. Ateşle oynayan kendini yakar, ama Türklükle oynamaya kalkan cihanı yakar.
Gelin bugün, Erzurumlunun, dadaşların millî bayram gününde, Erzurumlunun “dadaşlık” beratını hak ettiği günlerden bir olan 12 Mart’ın yıldönümünde şu mısraları hep birlikte gönülden haykıralım. Gelin, bizi bölmek parçalamak isteyen hainlerin, Türklüğümüzden rahatsız olan ihanet odaklarının, bayrağımızı kirletmeye kalkan paçavra sevdalılarının, Haçlı zihniyetinden nemalanan şerir şeytanlarının ve mensubiyetini inkâr eden cibilliyetsizlerin suratında, bu şiirin her mısrasını bir Osmanlı şamarı olarak şaklatalım!
BEN DADAŞIM
Mertlik denildi mi ben gelirim akla
Mekânım Erzurum, Erzurum yayla...
Yiğitten yiğidim erden de âlâ
Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Palandöken kadar yücedir bu baş.
Palandöken gibi başım dumanlı
Yayla çocuğuyum, mert delikanlı
Ben ölümden korkmayan, ben dokuz canlı
Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Kalleşe düşmanım, mazluma yoldaş.
Davul-zurna sesi nabız atışım
Harbi hatırlatır o bar tutuşum
Hırçın rûhum gibi sertçedir kışım
Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Benim ile oyun olmaz arkadaş.
Dünyaya hükmeden dirâyet bende
Şecaat, basîret, ferâset bende
Ben mert oğlu merdim, hâmiyyet bende
Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Hem gönül ehliyim, hem ehl-i sırdaş.
Ben, Bilge kağan, Alparslan neslindenim
Savaşlar mezarım, bayrak kefenim
Vatana kurbandır fani bedenim
Ben Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Canım yine ister bir kutlu savaş.
Ben, çatma kaş, şahin bakışlı dadaş
Ben kefeni kanla nakışlı dadaş
Ben, tarihten daha da yaşlı dadaş
Ben, Erzurumluyum, dadaşım dadaş!
Dadaş demek, büyük demektir gardaş.
Doru at üstünde bir babayiğit
Gözler çakmak çakmak, elinde cirit
Fır döner meydanda aslan mücahit!...
O, Erzurumludur, dadaştır dadaş!...
Bu CAN da dadaştır, bilesin adaş.
Bilvesile Erzurum’un, Rus ve Ermeni işgalinden; Dadaşların da yine Rus ve Ermeni zulmünden kurtuluşunun 90. Yıldönümünü can-ı gönülden tebrik ederim.
Bugün 70 ziyaretçi burdaydı.